22 Aralık 2017
Sayı: KB 2017/49

Devrimci sınıf hareketi!
AKP çürüyen sistemin aynadaki yüzüdür!
Siyasal İslam’ın Filistin riyası
AKP-cemaat kavgası ve “FETÖ’yle mücadele” demagojisi
Metal’de son viraj
Her yönüyle güçlü bir Mesleki Eğitim Kurultayı için...
Devrimci sınıf sendikacılığı!
Taşeron köleliği ve AKP’nin yalanları
“İstihdam Şurası” ve istikrarlı sahtekarlık
Sendika düşmanı Sumitomo’nun şeceresi!
Emperyalist sömürgecilerin yarattığı devlet: İsrail
Filistin’de tarihsel kuşatma
Güney Kürdistan’da maaş eylemleri ve çatışmalar
İşçi ve emekçi kadınlar hakkı olanı istemelidir!
Burjuva kadın, işçi kadının dostu olabilir mi?
Kadın bedeninin cinsel bir metaya dönüştürülmesine karşı mücadeleye!
Mesleki Eğitim Kurultayı hazırlıkları devam ediyor
Darbeye giden yolda kanlı bir katliam: Maraş!
Roboski Katliamı 6 senedir Kürtçe ağıtlarda!
Hoşçakal Hüseyin
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalist sömürgecilerin yarattığı devlet: İsrail

 

Filistin’de siyonist ideoloji ve ilkelere dayalı bir devletin kuruluşu yüzyılın başından itibaren İngiliz emperyalizminin Ortadoğu’ya ilişkin stratejisinin bir parçası olarak gündeme geldi ve İkinci Dünya Savaşı sonrasının uygun atmosferinde bu proje hayata geçirildi. () Siyonist İsrail devleti, petrol bölgesi olan ve ayrıca da büyük bir stratejik önem taşıyan Ortadoğu’da, ABD emperyalizminin en büyük dayanağı oldu ve gerekli olduğu her durumda bir koçbaşı olarak kullanıldı.” (1)

Siyonist İsrail devleti on yıllardır başta ABD olmak üzere emperyalistler tarafından desteklenmekte, ayakta kalması için önemli imkanlar seferber edilmektedir. Kısa süre önce küstah bir karar alan Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesi, emperyalist himayenin uç noktalara vardığının kanıtıdır.

Ortadoğu’nun tek demokrasisi” olarak pazarlanan İsrail, ırkçılıkta sınır tanımayan terörist bir devlettir. “Din esasına” göre kurulmuş bu devlet ne uluslararası hukuk tanımakta, ne BM kararlarına riayet etmekte, ne sivil halkı bombalayıp çocukları vahşice öldürmekten çekinmekte, ne de suikastlar düzenlemekten ve toprak gasp etmekten vazgeçmektedir.

Tüm bu icraatların, başta ABD olmak üzere emperyalistler tarafından kayıtsız şartsız desteklenmesinin nedeni, önce siyonist hareketin, 1948’den sonra ise siyonist devletin hegemon emperyalist güçler adına Ortadoğu’da oynadığı uğursuz roldür.

Siyonist madalyon”un iki yüzü

Siyonist hareketin sahneye çıkış tarihi 1890’lı yıllara dayanır. “Siyonist düşünce 1896’da Avusturyalı Yahudi Theodor Herzl tarafından ‘Yahudi sorunu’na çözüm olarak canlandırılmıştı. Herzl 1897’de Basel’de ilk siyonist kongreyi topladı.” (2)

İlk andan itibaren krallar, hükümdarlar, padişahlarla ilişki kuran siyonistler dönemin büyük devletlerine başvurarak “tetikçilik karşılığında destek” talep ederler. Osmanlı padişahından destek talep eden Herzl, şu vaatlerde bulunur: “Yüce Sultan bize Filistin’i verdiği takdirde biz de buna karşılık Türkiye’nin mali işlerini yoluna koyma görevini üstlenebiliriz. Orada barbarlara karşı ileri karakol rolü oynayacak bir uygarlık kurmalıyız.” (abç) (3)

1905’te toplanan Yedinci Dünya Siyonist Kongresi’nde konuşan şeflerden Max Nordau, Filistin’de gelişen kitlesel harekete dikkat çekerek şu ifadeleri kullanır: “… Türk hükümeti Filistin ve Suriye’deki hükümranlığını korumak için silah zoruna başvurmak durumunda kalabilir... Bu koşullarda Türkiye, Padişahın Filistin ve Suriye’deki iktidarına karşı herhangi bir saldırıyı göğüsleyecek ve onu bütün gücüyle savunacak güçlü ve iyi örgütlü bir grubun varlığının önemi konusunda ikna edilebilir.” (4)

Bu alçaltıcı denklem baştan beri siyonist harekete damga vurmuştur. Bu hareketin sömürgeci imparatorluklara sunabileceği tek “kart” aktif tetikçilikti. Nitekim hareketin şefleri, “1898’de Alman Kayseriyle, 1901’de Osmanlı Sultanıyla görüştüler.1903’te İngiltere hükümeti siyonistlere Uganda’yı önerdi. Öneri altıncı kongrede kabul edildi fakat sonradan reddedildi.” (5)

Siyonist hareketin açmazı, devlet kurabilmek için başka bir halkın topraklarını gasp etmek zorunda olmasıdır. Kendi güçleri buna yetmeyeceği için dönemin sömürgeci devletlerine bel bağlarlar. Bu devletlere dayanarak amaçlarına ulaşmayı esas alarak, kendilerini “tetikçi bir güç” olarak pazarlarlar. Bundan dolayı siyonist hareketin yapısal özelliklerinden biri yayılmacılık/toprak gaspı, diğeri ise emperyalistlere tetikçiliktir.

Varlığını emperyalistlere borçlu

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra Filistin’i işgal eden İngiliz emperyalistleri, siyonist devletin kuruluşuna giden yolu açtılar. Osmanlıya karşı Arap egemen sınıflarıyla işbirliği yapan İngiltere, siyonist hareketi geliştirip Araplara karşı kullanma taktiği uyguladı.

Yahudilerin Filistin’e göçü Osmanlı padişahının kolaylaştırıcı katkılarıyla 1878’de başladı ancak ilk göçler mütevazi rakamların ötesine geçemedi. 1898-1917 yıllarında siyonistler, Filistin’de koloniler elde etmek için emperyalist güçlerle görüşmeleri sürdürdüler. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması, Almanya’nın yenilmesi, bölgenin İngiltere denetimine geçmesi, siyonist rotanın Londra’ya çevrilmesine neden oldu. İngilizler ile görüşen siyonistler, “Filistin’de Yahudi devleti kurulması karşılığında bölgede ve Süveyş Kanalı’nda İngiliz çıkarlarını koruyacaklarını” bildirdiler.

Tüm çabalara rağmen 1917’de Filistin’deki Yahudi nüfusu 56 bini aşamadı. Bu durum İngiltere’nin aktif işbirliği sayesinde değişti. 2 Kasım 1917’de Balfour Deklarasyonu ilan edildi. Deklarasyonun bir bölümünde şöyle deniliyordu:

Majestelerinin Hükümeti, Filistin’de Yahudi halkı için bir vatan kurulmasına sıcak bakmakta ve bu amaca ulaşılmasını kolaylaştırmak için her türlü çabayı göstereceklerini belirtmektedir...” (6)

Böylece İsrail devletinin kuruluşuna giden yolu açılır. Sistemli Yahudi göçü, koloniler oluşturma, ilk terörist örgütün kurulması, toprakların ele geçirilmesi İngiliz emperyalizmiyle işbirliği içinde organize edilir.

Bu suç ortaklığı sayesinde, “1919-1936 arasında Yahudi nüfus 58 binden 348 bine çıktı. Aynı dönemde Arap nüfusu ise 642 binden 978 bine çıktı. Siyonistler Filistin’de toprak satın almak üzere Yahudi Ulusal Fonunu kuruyor fakat topraklarını ancak % 5,6 oranında çoğaltabiliyorlar.” (7)

İngiltere’nin desteğine yaslanan ırkçı-siyonist hareket, amacını fütursuzca ilan etme fırsatı yakaladı. Hareketin şeflerinden Vladimir Jabotinsky, 1923’te, bütün siyonist hareket için bir kilometre taşı sayılan “Demir Duvar” başlıklı makalesini yayımladı. Makalede şu ifadeler yer alıyordu:

Biz Filistin’e karşılık ne Filistinlilere, ne de öteki Araplara hiçbir şey veremeyiz. Öyleyse gönül rızasıyla anlaşamayız. Bugün sömürgeleştirme faaliyeti, en sınırlandırılmış haliyle bile, yerli halkın iradesine rağmen sürdürülmek zorundadır. Dolayısıyla bu faaliyet ancak ve ancak yöre halkının hiçbir şekilde kıramayacağı, adına Demir Duvar diyebileceğimiz bir güç kalkanının ardında sürdürülüp geliştirilebilir. İşte bizim Arap politikamız budur. Bunu herhangi başka bir biçimde formüle etmeye kalkışmak da olsa olsa ikiyüzlülüktür.”

“… Zor, mutlak surette kullanılmalıdır, hem de bütün şiddetiyle, hiçbir hoşgörü olmaksızın… Bizim ahlakımız budur. Başka bir ahlak da yoktur…” (8)

Siyonist hareket homojen değildi kuşkusuz. Ancak Yahudi göçünün hızlandırılması ve Filistin topraklarının ele geçirilmesi konusunda birleşiyorlardı. Siyonistlere her kolaylığı sağlayan İngiliz emperyalizmi, Filistin halkının yayılmacılığa karşı direnişini ise vahşi bir şiddetle karşılıyordu. 1936’dan 1939’a kadar devam eden Filistin isyanını bastırmak için siyonist çetelerle İngiliz askerleri aynı cephede savaştılar. Hagana, Irgun, Stern gibi siyonist terör örgütleri silah depolarken, üstünde silah bulunan Filistinliler ise idam ediliyordu. Evleri yıkma, aç-susuz bırakma, katletme, idam etme gibi vahşi icraatlara rağmen direniş üç yıl sürdü.

İsyanın yenilgiye uğraması siyonistleri daha da azgınlaştırdı. Filistin’de tek bir Arap bile bırakmayacaklarını ilan edebildiler. Siyonist şeflerden Joseph Weitz 1940 yılında şöyle yazıyordu:

Şu nokta her birimiz tarafından açıkça bilinmelidir ki, bu topraklar üzerinde iki ayrı halka yer yoktur. Eğer Araplar bu küçücük ülkede yaşayacaklarsa biz hedefimize hiçbir zaman varamayacağız demektir. Öyleyse, Arapları buradan uzaklaştırıp komşu ülkelere sürmeliyiz, hem de hepsini. Tek bir köy, tek bir aşiret kalmamacasına...” (9)

İngilizlerin desteği ile silahlanmayı hızlandıran siyonist çetelerin sayısı on binlere ulamıştı.“İngiliz manda yetkililerine göre 1946’ya gelindiğinde siyonist terörist grupların örgütlenmiş silahlı adam sayısı 70.000’i bulmuştu. Bunların 62.000’i Hagana’ya, 3-5 bin arası Irgun’a ve 200-300 kadarı Stern çetesine bağlıydı.” (10)

İsrail devletini bu terörist gruplar kurdu. Nitekim sonraki yıllarda İsrail başbakanı veya devlet başkanı olanların ezici bir çoğunluğu bu gruplardan çıkmıştır. Siyonist harekette en azılı katiller devletin tepesine tırmanmışlardır. Bunun en bariz örneği “Beyrut kasabı” diye anılan Ariel Şaron’dur.

İngiliz emperyalizminin 30 yıla yayılan desteği, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 29 Kasım 1947’de Filistin’i taksim kararı alması sayesinde, siyonist hareket 15 Mayıs 1948’de devlet kurmayı başardı. Sovyetler Birliği’nin taksim kararını desteklemesi ve İsrail’i ilk tanıyan devletlerden biri olması da, siyonistlerin işini kolaylaştırdı.

Nazilerle işbirliği

Nazilerin Yahudileri toplu şekilde katletmesi de Filistin’e göçü hızlandırdı. Naziler süreci kolaylaştıran bir rol oynadılar. Bunu siyonist hareketle işbirliği içinde yaptılar. Zira Naziler de siyonistler de Avrupa’daki Yahudilerin göç etmesini istiyorlardı. Aralarında ideolojik bir yakınlık da vardı. Nitekim Almanya’daki siyonistler Nazileri desteklerken, Dünya Siyonist Örgütü de bunu onaylıyordu.

Almanya Siyonist Federasyonu 21 Haziran 1933’te Nazi Partisi’ne yolladığı destek muhtırasında şöyle diyordu:

... Almanların yaşamında şu anda gerçekleşmekte olan ulusal yaşamın yeniden doğuşu olgusu... Yahudi ulusal topluluğunda da gerçekleşmelidir. Irk ilkesini hayata geçiren yeni (Nazi) devletin temelleri üzerinde kurulacak yapı içerisinde bizler de kendi topluluğumuza ayrılacak alanda Babayurdu (Fatherland) için elimizden gelen her türlü verimli faaliyeti sürdürmeyi umuyoruz...”

Bu politikayı reddetmek şöyle dursun, Dünya Siyonist Örgütü Kongresi 1933’te Hitler’e karşı eylem çağrısını 43’e karşı 240 oyla geri çevirdi.” (11)

Naziler ile siyonistlerin ilişkileri yıllarca sürdü. Siyonistler Avrupa Yahudilerini kurtarmak için kıllarını bile kıpırdatmadılar. Hagana çetesi adına Berlin’e gönderilen Feivel Polkes adlı bir siyonist bunu şöyle ifade ediyordu:

Yahudi milliyetçi çevreleri radikal Alman politikasından çok hoşnut kaldılar, çünkü bu sayede Filistin’deki Yahudi toplumunun gücü öylesine artacak ki, görünür bir gelecekte Yahudiler Araplar karşısında sayısal üstünlük sağlayabilecekler.” (12)

Bu bakışla hareket eden siyonistler, Yahudi katliamı devam ederken Nazilere askeri anlaşma bile önerdiler: “11 Ocak 1941’de İzak Şamir (İsrail’in şimdiki -1988, Ç-N.- başbakanı) Ulusal Askeri Örgüt (UAÖ), yani siyonist Irgun ile Üçüncü Nazi Hükümeti arasında resmi bir askeri antlaşma önerdi. Bu öneri, savaştan sonra Türkiye’deki Alman Büyükelçiliği dosyalarında ortaya çıkarıldığı için Ankara belgesi olarak bilinegelmiştir.” (13) Görüldüğü üzere siyonistler, Yahudileri katleden Nazilerle bile suç ortaklığına girebildiler.

Sapı emperyalistlerin elinde bir hançer

BM’nin uğursuz taksim kararı en verimli topraklar dahil Filistin’in % 56.4’ünü İsrail’e veriyordu. Oysa 30 yıllık İngiliz sömürgeci yönetimi ile siyonistlerin tüm çabalarına rağmen, Yahudi nüfus halen %30 civarındaydı. Siyonistlere sahip olduklarının kat kat üstünde toprak tahsis edilmişti. Siyonist yayılmacılar bununla da yetinmeyeceklerdi. Zira onlar Araplardan arınmış bir Filistin hayal ediyorlardı.

Taksim kararından sonra saldırıya geçen siyonist çeteler katlederek, yakıp yıkarak, terörize ederek topraklarını genişletmeye başladılar. Deir Yassin katliamıyla vahşeti doruğa çıkarttılar. Bu yolla, İsrail devletinin kurulduğu 15 Mayıs 1948’e kadar, 780 bin Filistinliyi zorla ülkeden çıkardılar. İsrail’in kuruluşuna “yasal kılıf” olan BM kararını da hiçe sayarak, Filistin topraklarının %78’ini ele geçirdiler.

Her şeye rağmen siyonist çetelere karşı direnen Filistinliler, bazı Arap ülkelerinden destek alsalar da, dönemin Arap egemen sınıfları tarafından ortada bırakıldılar. Yine de Kudüs etrafında gerçekleşen şiddetli çatışmalarda Filistinli direnişçiler siyonistleri püskürttüler. Siyonistler yenilmek üzereyken araya giren emperyalistler ile Arap gericileri, ateşkesi dayattılar. Ateşkesi fırsat bilen siyonistler, emperyalistlerden gelen ağır silahlarla donanarak savaşı yeniden başlattılar. Siyonistler bir kez daha emperyalistler tarafından kurtarılmış, Filistinli savaşçılar aldatıldıklarını fark ettiklerinde iş işten geçmişti.

Siyonist hançer Ortadoğu’nun bağrına saplanmıştı. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sona erdiğinde, İngiliz-Fransız emperyalistleri gerilerken, dünya jandarmalığı ABD’nin eline geçti. Dolayısıyla Siyonizmin hamiliği de ABD’ye geçecekti.

Siyonistler İngiliz emperyalizmine son hizmeti 1956’da Mısır’a savaş ilan ederek yerine getirdiler. Savaş ilanının nedeni, batılı emperyalistlere karşı dik duruşuyla öne çıkan dönemin Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır’ın Süveyş kanalını millileştirme kararını ilan etmesiydi. Bu karar İngiltere, Fransa, ABD emperyalistlerini diken üstünde bırakmıştı. Zira, “Kanalın millileştirilmesi, sadece Mısır’da değil, bütün Arap aleminde ve öteki Asya-Afrika ülkelerinde coşkuyla karşılandı. Suriye’de halk akın akın Mısır Elçiliğine giderek dayanışmalarını ifade etti. Ülke çapında Mısır’la dayanışma komiteleri kuruldu. Ağustos ayında Şam’da 100 bin kişilik bir gösteriyle kutlandı…” (14)

İngiltere’nin ne diplomatik çabaları ne de tehditleri Abdülnasır’a geri adım attırabildi. Çileden çıkan İngiliz ve Fransız emperyalistleri Süveyş’i geri almak için savaş kararı aldıklarında, İsrail’i “hazır kıta” beklerken buldular. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes de emperyalist saldırıyı kışkırtanlar arasındaydı.

Mısır’a savaş ilan etmek için, “Fransa’nın Sevr kentinde tezgahlanan gizli plan şöyleydi: Kendisine karşı düzenlenen terörist faaliyetlerin üssü olduğu iddiasıyla İsrail, Gazze Şeridi’ne ve Akabe Körfezi’ne kendi kullanımına açmak için de Şarm el Şeyh’e bir saldırı düzenleyecekti…” (15) Nitekim İsrail 29 Eylül’de Mısır’a saldırarak, İngiliz ve Fransız ordularının da savaşa katılmalarına zemin hazırladı.

İsrail o tarihten bugüne emperyalist saldırganlığın bir aracı oldu. Bu misyonu Ortadoğu ile sınırlı kalmadı, Nikaragua Devrimi’ne karşı organize edilen emperyalist saldırıda da rol oynadı. Hem ırkçı-siyonistlerin yayılmacı emellerine hem emperyalistlerin bölge politikalarına hizmet eden İsrail devleti, defalarca savaş ilan etti. Tepeden tırnağa militarist bir aygıttan ibaret olan bu devlet, varlığını ancak yakıp yıkarak, katlederek sürdürebiliyor.

Ortadoğu’da gericiliğin kaleleri

ABD ile koordineli çalışan siyonist İsrail ile Suudi Arabistan ikilisi, halihazırda Ortadoğu’da savaş kışkırtıcılığının başını çekiyor. Bölgede gericiliğin bu iki kalesi Filistin davasını tasfiye edip, başta İran olmak üzere, ABD-İsrail planlarına karşı duran güçleri hedef alacak bir savaş için adeta çırpınıyorlar. Biri Yahudi köktendincisi, öteki İslamcı/Vahabi köktendincisi olan bu iki rejim, Şii-Sünni çatışması adı altında kendi sefil çıkarları için bölgeyi cehenneme çevirecek bir savaşın fitilini ateşleme çabasını sürdürüyorlar.

Trump’un Kudüs kararına en çok sevinen gericiliğin bu iki kalesi, ABD istediği anda savaş ilan etmeye hazır görünüyor. Bu iki rejim bölge halklarının geleceği için ciddi bir tehdit oluşturuyor.

Tutarlı anti-siyonizm, anti-emperyalizmdir

Ortadoğu’da görünüşte herkes “anti-siyonist.” Körfez şeyhlerinden gerici Arap rejimlerine, AKP iktidarından siyasal İslamcı akımlara kadar... Oysa gerçek hiç de öyle değil. Erdoğan AKP’si örneğinde olduğu gibi, kitlelere yönelik vaazlarda İsrail’e atıp tutanlar, pratikte İsrail ile çok yönlü işbirliğini geliştirmeye devam ediyorlar.

ABD-İsrail çıkarlarıyla çatışan İran, Suriye gibi ülkelerin kendine özgü politikaları bir yana bırakılırsa, Filistin halkıyla samimi bir dayanışma içinde olanlar ilerici ve devrimci güçlerdir. Çünkü emperyalizmin kullanışlı aletleri olanların anti-siyonist olmaları mümkün değildir. Siyonizmin ortaya çıkışı gibi, varlığını devam ettirmesi de dolaysız bir şekilde emperyalistlerin desteğine bağlıdır. Dolayısıyla, tutarlı anti-siyonist olmanın olmazsa olmaz koşulu, anti-emperyalist olmaktır. Elbette anti-siyonist olmadan anti-emperyalist olmak da mümkün değildir.

(1) H. Fırat, Dünya, Ortadoğu ve Türkiye, s.387, Eksen Yayıncılık,

(2) Ribhi Halloum (Abu Firas), Belgelerle Filistin, s.32, Alan Yayınları

(3) Ralph Schoenman, Siyonizmin Gizli Tarihi, s.20, Kardelen Yayınları

(4) age, s.20

(5) Halloum, s.35

(6) Schoenman, s.22

(7) Halloum, s.18

(8) Schoenman, s.26

(9) age, s.34

(10) Halloum, s.74

(11) Schoenman, s.50

(12) age, s.51

(13) age, s.57

(14) Haluk Gerger, ABD Ortadoğu Türkiye, s.132, Yordam Kitap

(15) age, s.138

 

 

 

 

İsrail’den Gazze’ye hava saldırısı

 

Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasının ardından İsrail de Filistinlilere dönük saldırganlığını tırmandırdı.

18 Aralık’ta İsrail’e ait savaş uçaklarının Gazze’de Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları’na ait 3 mevziyi vurduğu bildirildi.

Filistin polisinin açıkladığı bilgiye göre, İsrail savaş uçakları Gazze’nin kuzeybatısında El-Bahriyye, Askalan ve El-Vaha olarak bilinen 3 noktaya hava saldırısı düzenledi. Saldırıda can kaybı yaşanmadı.

 

 

 

 

Filistin halkı yine sokaklarda

 

Batı Şeria ve Gazze’de 15 Aralık günü de sokaklara çıkan Filistin halkı ABD ve İsrail protestolarına devam ediyor. Kitlelerin öfkesi sokaklara taşarken siyonist rejim de devlet terörünü sürdürüyor.

Kudüs başta olmak üzere Batı Şeria ve Gazze’de Cuma namazının ardından eylemler yapıldı. İsrail askerleri, sokaklara çıkan Filistin halkına biber gazı ve plastik mermilerle saldırırken, kitleler taşlarla karşılık verdi.

İsrail askeri bir genci vurdu, ambulansa engel oldu

İsrail askerleri Kudüs’te Mescid-i Aksa’ya, sabah saatlerinde takviye güçler konuşlandırarak ablukayı yoğunlaştırdı. Batı Şeria’nın Ramallah kentindeki eylemlerde İsrail askerleri bir kişiyi gerçek mermilerle vurdu. Siyonist terör, canlı yayın sırasında görüntülere yansırken İsrail askerleri vurulan Filistinlinin ambulansla hastaneye kaldırılmasına da engel oldu. Yaralıyı protestoculara teslim etmeyen İsrail askerleriyle çatışmalar yaşandı.

Batı Şeria’nın güneyinde bulunan El-Halil kentinin kuzeyindeki Halhul beldesindeki protestolarda ise İsrail askerlerinin saldırılarına Filistin halkının karşılık vermesiyle sert çatışmalar yaşandı.

13 Aralık’ta da Halhul’daki eylemde yaralanan iki kız çocuğu, Filistin Kızılay’ına ait ambulansla götürüldükleri sırada, İsrail askerleri tarafından kaçırılmış ve gözaltına alınmıştı.

Filistin yönetimi güçleri eylemleri engelleme çabasında

Öte yandan Filistin yönetimine bağlı kolluk kuvvetlerinin, bazı bölgelerde protestocuların İsrail askerleriyle karşı karşıya gelmesine engel olduğu bildirildi. Batı Şeria’nın kuzeyindeki Cenin kentinde, El-Celme sınır kapısındaki İsrail askerlerini protesto eyleminin, Filistin yönetimi güçleri tarafından barikat kurularak engellendiği kaydedildi. Buradaki eylemlerin önceki günlerde de engellendiği ifade edildi.

 
§